4 Aralık 2011 Pazar

1908 DEVRİMİ VE II. MEŞRUTİYET - MEHMET O. ALKAN - 27 KASIM

·        Osmanlı modernleşmesinde eğitim ve bilime büyük önem verildi.
·        “Güçlü bir devlet yaratmak” bu dönemin ortak amacıdır.
·        Osmanlı modernleşmesini genellikle Tanzimat ile başlatırlar ancak benim fikrim 1826’dan itibaren Vaka-i Hayriye denen olayla başlatmamız lazım. II.Mahmut’un reformları onunla başlamıştır.
·        1826’dan 1876’ya kadar ordu siyasi iktidara tabiidir. 76-78 arası ordu belirleyici güç olmuştur.
·        Abdülhamid Rus Savaşı sonrası orduyu tasfiye etmiştir.
·        1826’dan 1876’ya kadar modernleşme üst düzey bürokratlar eliyle yürütülmüştür.
·        76-78 arası ordunun üst düzey bürokratları eliyle ancak anayasa ile yürütülmüştür.
·        78 sonrası ise Abdülhamid yani saray eliyle yürütülmüştür.
·        II. Meşrutiyette ise parti (İttihat ve Terakki) eliyle yürütülmüştür.
·        Meşrutiyet talepleri genç hareketlerinin de etkisi vardır. Genç hareketlerini 2. döneme ayırarak inceleyebiliriz.

I.        DÖNEM GENÇ HAREKETİ
·        Genç-Yeni Osmanlılar hareketi. Bir Anayasa ve parlamento istiyorlar. Neden? II.Mahmut ile başlayan bürokrasi tahakkümüne son vermek.
·        Meşrutiyet talebi gelince bürokratlar; “Bu ahali mi ülkeyi yönetecek, siz ne yapıyorsunuz?” diyor.
·        Namık Kemal bu dönemde orta yolu bulmak ve modernleşme çabasına geleneksel kaynak göstermek için “İcma-i Ümmet ve Meşveret geleneği Osmanlı’da parlamento olarak yalnızca yeni bir şekle sokulmalı” diyor.
·        1877’de yapılan Seçim Yasası’nı değişiklikler yaparak 1946’ya kadar kullandık. Belediye Kanunu’nu 1930’lara kadar kullandık. Kanun-i Esasi 1924’e kadar kullanıldı.

II.      DÖNEM GENÇLİK HAREKETİ
·        Abdülhamid iktidarı boyunca en çok eğitime önem verdi. Abdülhamid muhalifleri gençlerde bu yüksek eğitim kurumlarında eğitim gördü.
·        Jön Türklük genel muhaliflerin ismi olarak kullanılır.
·        Her İttihatçı Jön Türk’tür ancak her Jön Türk İttihatçı değildir.
·        İttihat ve Terakki: Kurucular, yüksek okullular. Anayasa ve parlamento istiyorlar.
·        1902’ye kadar çok dağınıklar, 1902’den 1908’e kadar da kesintileri olan bir süreç yaşıyorlar. Çok merkezli, çok liderli alışık olunmayan bir yapıları var.

·        1902’de birleşme amaçlı I. Jön Türk Kongresini topladılar ancak burada 2 grup öne çıktı.
·        Birincisi Ahmet Rıza’nın olduğu grup;
o       Abdülhamid’i asker yardımıyla devirelim diyorlar.
o       Katı merkeziyetçi yönetim taraftarılar.
o       Ülkeyi atanmışlar yönetmeli diyorlar.
o       Devletçi ekonomi yanlısı bir tutumları var.
o       Meşrutiyet kavramını öne çıkarıyorlar.
o       Terakki ve İttihat adında bir parti kurdular.

·        İkincisi Prens Sabahattin’in olduğu grup;
o       Osmanlı Devleti, Paris ve Berlin Antlaşmalarında reform sözü verip uygulamadığı için Abdülhamid’i devirmede antlaşmaya taraf olan bu devletlerden yardım isteyelim diyorlar.
o       Yerel yönetimlere öncelik verme yanlısılar ancak siyasi değil, idari adem-i merkeziyetçilikten bahsediyorlar.
o       Ülkeyi seçilmişlerin yönetmesini istiyorlar.
o       Liberal ekonomi yanlısı bir tutumları var.
o       Demokrasi kavramını öne çıkarıyorlar.
o       Ermeni siyasal örgütleri ile beraber çalışıyorlar.
o       Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet adında bir parti kurdular.

·        1907’de II. Jön Türk toplantısında bu 2 birlik ve bir çok birlik ortak imza ile Abdülhamid’in gitmesi için karar aldı.
·        31 Mart’a kadar 1 sene boyunca meşrutiyetle beraber tahtta kalan Abdülhamid tahttan indirildi.
·        23 Temmuz 1908’den itibaren İttihat ve Terakki ortalığa çıkmaya başladı. Devlette kadrolaşmaya başladı.
·        Dönemin liberalleri ve muhafazakarları İttihat ve Terakki’yi eleştirmeye başladı.
·        31 Mart – Balkan Savaşı arası ordu yeniden siyasete karıştı. Hareket Ordusu ile İstanbul’a gelen komutan Sadrazam oldu.
·        İttihat ve Terakki’nin genel başkanı yoktur, kolektif liderlik vardır. Merkez-i Umumi’nin kararlarını hayata geçiren genel sekreter vardır.
·        Derin devlet dediğimiz yapılanma bu dönemde ortaya çıkmıştır.
·        II. Meşrutiyet’in kadın hareketleri de çok önemlidir. Kadınlar cumhuriyet sonrası da Dünya II. Kadınlar Kongresi’ni İstanbul’da toplamıştır.

·        Soru: İttihat ve Terakki’nin Mili Mücadele döneminde ne etkisi var? Halifelik?
o       İttihatçılar dine bir çimento olarak bakarlar. Dini bir araç olarak kullanmak isterler.
o       I. Dünya Savaşı sonrası İttihat ve Terakki’ye insanların bakışı o kadar kötüdür ki, Mustafa Kemal’in İstanbul basınına ilk demeci “Biz İttihatçı değiliz” olmuştur.
o       Milli mücadelenin örgütsel tabanı İttihat örgütleri üzerinedir.
o       Dünya tarihinde ilk kez bir parlamento halife seçmiştir.

Oğuzhan ZEKİOĞLU

ÜÇ TARZ-I SİYASET – GÖKHAN ÇETİNSAYA / 20 KASIM - 3




Üç tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçura’nın deneme kitabının ismidir. Rusya’da yazılıp 1904 yılında Kahire’de bir gazeteye gönderilen makaleden kitaplaştırılmıştır. Kitapta Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülükten bahsedilip sonuçta Türkçülük tavsiye edilir.
·         19 yüzyılda Osmanlı iki fikir üzerinde durulur:
1.      Osmanlı İmparatorluğu, İslam’ın son kalesidir.
2.      Yeni dünya düzenine uymak gerekir.
Bu durumda bu devlet nasıl kurtarılabilir?
·         19. Yy. başında Osmanlı’da yaşayan gayri Müslim oranı %40’tır.
·         Yeni dünya düzenine uyum herkesin fikriyken tartışmalar siyasi rejimler üzerine yapılmaktadır.
·         Osmanlıcılık, bir üst kimlik olarak herkesin aynı kurallara uyduğu, dini inançlarını özgürce yaşayabilecekleri bir düşüncedir. Gayri Müslimlerle Müslümanlar aynı okullarda okusun. Bir gayri Müslim’le bir Müslüman, askerlik de dahil, her konuda eşittir. Ancak askerlik konusu fiilen uygulanamamıştır.
v     Türk siyasetinde son 100 yılda halkın demokrasiye uygun olup olmadığı tartışılır
·         1876’da Meşrutiyetçiler tarafından Meşrutiyet ilan edilmiştir. (1876-1878 zabıtları incelenebilir!)
·         1880lerde gayri Müslim oranı %20lere düşmüştür. Balkanlardan çok sayıda Müslüman Anadolu’ya göç etmiştir. (Bursa, Eskişehir vs.)
·         Abdülhamit, gayri Müslimleri tutmanın mümkün olmadığını düşünüyordu.
·         İmparatorluk, bünyesinde farklı yaşayıştaki Müslümanları birleştirmeye çalışıyor (İttihat-ı İslam). Devlet, elitler ve çocuklarını askeri okullarda yetiştiriyor.
v     1920-1960 arasında yaşamış elitler Abdülhamit döneminde doğmuş insanlar.
·         1908 Meşrutiyeti 1876’dakine benzerdir. Bastırılamayan iç isyan ve dışarıdan müdahaleler sonucu Meşrutiyet ilan ediliyor.
·         Jön Türkler, genelde Abdülhamit düzenine karşı çıkarlar. İttihatçılık, o parti siyasetine mensuplar.
·         Jön Türkler, modern Türkiye’yi inşa eden gruptur. Çok farklı ideolojilerden Jön Türkler vardır.
·         Garpçılar (Batıcılar) ile İslamcılar bir türlü anlaşamamıştır. İslamcılar ve Türkçüler, ‘Batının medeniyetini alıp kendi kültürümüzü devam ettirelim’ fikrindeydiler. Garpçılar, medeniyeti değiştirebilmek için eğitimin de kaydırılmasına inanırlar. Garpçılar, Kurtuluş Savaşı döneminde Batılı devletlerin yanında durduklarından itibar görmemişlerdir.
·         1913’e kadar devletin resmi duruşu hâlâ Osmanlıcılıktır. (bkz. Mehmet Akif şiirleri,1913 ve 1920; Ziya Gökalp)
·         Tüm Milliyetçilikler elit hareketlerdir.
·         Osmanlı coğrafyasında doğup büyüyenlerle Rusya’dan gelenlerin milliyetçilikleri çok farklıdır. Rusya’dan gelenlerin vurguları çok nettir.
·         1912-13 Mehmet Akif: Milliyetçilik yapmaya başlarsak ülke bölünür.
·         Milliyetçilikte birçok ayrım vardır. Bunlardan biri ‘Kültürel Milliyetçilik mi yoksa Etnik Milliyetçilik mi’dir.
·         Kültürel Milliyetçilik, ortak coğrafyaya; Etnik Milliyetçilik ise ırken Türk olanların milliyetçiliğine vurgu yapar.
·         1910larda Yahya Kemal Kültür Milliyetçisi iken Yusuf Akcura tüm Türk Dünyasını içeren milliyetçilik yapmaktaydı.
·         Bir başka ayrımlaşma Türkçülük ve Turancılık arasındadır.
·         Turancılar tüm Türk ve Türkileri (Türk dünyasını) milliyetçiliğe katarken Türkçülük milliyetçiliği bir kısım Türkleri dahil etmez.
·         Kemalist Türk milliyetçiliği dinin yerine milliyetçiliği kabul eder, milliyetçilikte dini kabul etmez.
v     2. Dünya Savaşı’na kadar Ziya Gökalp eserleri Türkçeye çevrilmemiştir. (Atatürk’ün Ziya Gökalp felsefesinden geldiği fikrini çürütür.)
·         Tüm milliyetçiler dinin milliyetçiliğe katkısını kabul eder.
v     Atatürk’ün söylemleri dönemsel değişiklik gösterir. Ör: Cumhuriyet ilanından sonra dinin milleti oluşturan unsur olmadığını ifade eder.
·         Rusya-Anadolu ve Türk-Turan hariç tüm milliyetçilik ayrımları günümüze kadar gelmiştir.
·         Alparslan Türkeş, en son Kültür Milliyetçiliğini benimseyerek Necip Fazıl’ı tarafına çekmiştir. (Hem dini hem de Kültürel Milliyetçiliği benimser.)

Nurten TOPALOĞLU 

ÜÇ TARZ-I SİYASET – GÖKHAN ÇETİNSAYA / 20 KASIM - 2



Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset  adlı denemesi: Türk milliyetçiliğinin önde gelen düşünürüdür. 1904 yılında Rusya’nın Zola köyünde yazmıştır kitabı, Mısır’da yayınlanmıştır. Jön Türklerin yayınladığı dönemim muhalif gazetesinde yayınlanmıştır. (Orjinalinin okunması tavsiye edilir). Üç Tarz-ı siyaset Osmanlı imparatorluğu’nun izlemesi gereken 3 yolu tarif eder: Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük.
Sonunda yazar Türkçülüğü tercih eder der kimisi, kimisi de 3 yolu gösterir ve tercihi okura bırakır der.
1804 (100 yıl öncesi) 3.Selim dönemi: yeni dünya ve uyum sağlamaya çalışan Osmanlı söz konusu (nizam-ı cedit-yeni düzen): 1-Fransız ihtilalinin rüzgarları var, 2- Endüstri devrimi sonrası, emperyalizmin yeni boyut kazandığı ve paylaşım kavgasının yaşandığı bir dönem. Modern dönem, parlemanto, anayasa, ulus devletlerin doğuşu.
Osmanlı için 2 önemli veri: 1-Rusya tehdidi: Rusya, Türk siyasi hayatını etkilemiştir. Rusya her zaman Anadolu coğrafyası üzerinde baskı oluşturmuştur. Osmanlı da bu baskıyı hissetmiştir. Bu baskı karşısında soluğu hep batı ittifakında aramış, Batı ittifakı bür tür güvenlik şemsiyesi olarak kullanılmıştır. Bunun istisnası 2 dönem vardır: Atatürk ve Abdülhamid dönemlerindeki denge politikası dışında SSCB dağılana kadar hep böyle olmuş.
Rusya baskısı sadece dış politikayı değil iç politikayı da etkilemiştir. Rusya’ya karşı batıya sığınan Osmanlı’ya  özellikle gayrimüslüm opolitikaları nedeniyle kendisini değiştirmesi istenmiştir.
1840’lardan bu yana batının istediği ve içten de destek gören talepler var: “batılılaşma”. O dönem Fas, İran ve Osmanlı dışında tüm İslam dünyası sömürgeleştirilmiş. Modernleşme çabaları 2 yönlü: 1- Batıdan baskı var, 2-İçerde ulema bu çabaları destekliyor: -zamanın icabına uymak lazım, -Osmanlı İslam’ın son devletidir, devam ettirilmesi için gereken politika ve önlemler uygulanmalıdır.
2- Fransız ihtilali ve milliyetçilik akımlarının etkisi önce Balkanlar’da gayrimüslimlerde başlıyor ve artık Türk olmayan Müslüman kavimlerde de etkisini gösteriyor: Arnavutluk gibi. Osmanlı’da gayrimüslüm oranı 19.yüzyıl başında %40. Artık yeni bir dünya ve milliyetçilik rüzgarları var. Bu ortamda devleti yönetenlerin 2 sorunu var: 1-Rusya Baskısı, 2-Bağımsızlık isteyen tebaayı nasıl imparatorluğa bağlı kılarız. Bu iki sorun birbirleriyle ilişkili çünkü bağımsızlık taleplerinin başladığı Balkanlar da Rusya gibi Slav ve Ortodoks, yani aynı resmin parçaları durumundalar (aynı din ve millet).
Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük düşünce akımları devletin devamı için çözüm önerileri arayan siyasi akımlardır. Yeni dünya düzenine uyum sağlamak konusunda tereddüt yok, Osmanlıcısı, Türkçüsü, İslamcısı bu konuda mutabık. Tartışma siyasi kontratın sınırları ve yönetim şekli ile ilgili. Hepsi medeniyet, kanun, terakki, meşveret, hürriyet gibi kavramları kullanıyorlar. Tüm fikir akımları burada mutabık, yönetim biçiminde ayrışıyorlar.
1-OSMANLICILIK: (İttihad-i Osmani - Osmanlı Birliği) Milliyetçilik çağında bir üst kimlik yaratma çabasıdır. 1839 Tanzimat ile formüle edilmiştir. Üst Kimlik yaratılırsa tüm tebaa aynı kimlik altında toplanır, kanunen eşit olurlarsa, tek fark dini ibadetler konusunda olursa (unutulmamalı ki bugünkü anlamda vatandaşlık kavramı yok o dönemde) tebaa imparatorluğa bağlı kalır. Üst Kimlik yaratmak, insanlara can, mal, askerlik emniyeti vermek, kanun devleti yaratmak amacındadır.
1856 Kırım Savaşı sonrası bu siyasetin aksayan yönleri gözden geçirildi ve yeni formül gündeme geldi. Islahat Fermanı ile formüle edilmiştir. Sosyal ve ekonomik olarak da tebaa kalkındırılmalı ki tebaanın devletten şikayeti kalmasın. Müslüman ve hristiyanlar aynı okullarda okurlarsa kaynaşma olur. Bir hristiyan ile bir müslüman kanun önünde de askerlikte de eşittir noktasına gelinmiştir (askerlik konusu fiilen uygulamaya geçmiyor).
Gazete, dergi...vb. ile yeni bir kamu alanı ve siyasi-fikri muhalefet oluşuyor, 1865 yılı ikinci yarısı sonrası yeni bir anlayış daha gelişiyor. Osmanlıcılık hakim siyasi proje, 1856 Islahat Fermanı’nın yetmediği anlaşılıyor ve üst aşamaya geçiliyor: Tebaaya siyasi haklarının da yani seçme ve seçilme hakkının da verilmesi. Bu konuda ulemedan destek alınıyor (Ulema da islam’a en uygun rejimin anayasal-parlementer rejim olduğuna inanıyor). Çeşitli gruplar var:
-Ultra muhafazakarlar: Anti Tanzimatçılar, Gayrimüslimlere bu kadar hakkın verilmemesi gerektiğine inanıyorlar.
-1839-1856 çizgisi: kanun devleti, eşitlik, karma eğitim.
-Yeni Osmanlıcılar: siyasi haklar da verilmeli, meşrutiyet ilan edilip herkes parlemontada temsil edilmeli.
Anti Tanzimatçılar yeni Osmanlıcılara karşılar çünkü meşrutiyet ve parlamenter rejimin eğitim seviyesi yüksek ülkelerde olacağını, aksi halde kargaşaya yol açacağını savunuyorlar. Buna karşı ise Balkan köylüsü bu işi yapabiliyorsa Osmanlı da bu işi yapar deniyor (Bu çatışma son 100 yıllık Türkiye siyasetine damgasını vurmuştur. 1870 tartışması 1960’da da tartışıldı: millet iradesi tartışması, demokrasi bize uygun mu? Eğitim seviyesi, siyasi olgunluk ve hatta üniversite mezununun oyu 2 oy sayılsın, aynı tartışma süregelmiştir).
1875-1878 dönemi buhran dönemidir. 2 grup kıyasıya mücadeleye girişir. Sultan Abdülaziz’in devrilmesine kadar gider ve meşrutiyet Abdülhamid’in döneminde ilan edilir. 1877-1878 Rus Savaşı yenilgisiyle parlamento lağvediliyor. Abdülhamid dönemi başlar; meşrutiyetin zararlı olduğunu ve mutlakiyetle yönetilmesi gerektiğine inanmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi dünyaya entegre olma (batılılaşma) fikrinde problem yok, sorun siyasi rejimle ilgili.
2-İSLAMCILIK: 1880 itibariyle yeni bir siyaset var: İttihadı İslam (İslam birliği) siyaseti. Bu ise Osmanlıcılığın iflas ettiği noktada öne sürülen yeni bir formül. Çünkü Osmanlı toprak ve hristiyan nüfus kaybetmiş durumda. Gayrimüslim nüfusun genel nüfus içindeki payı %20’ye inmiş (daha önceleri bu oran %40 idi). Balkanlar’dan Anadolu’ya Müslümanlar göç etmiş, 1920’lere kadar (Kafkas ve Rumeli’nden) 5milyon kişi gelmiş. Bu durum: 1-Anadolu’nun nüfus yapısını dönüştürmüş. 2-Abdülhamid, gayrimüslimleri imparatorlukta tutmanın imkansız olduğunu düşünmeye başladı. Zamanında tüm yatırımlar Balkanlar’a yapılmış, ama o tpraklar kaybedilmiş. Abdülhamid İslamcılığı geliştirmiş, farklı kimliklerdeki Müslümanları aynı kimlik altında birleştirmeyi, tabiri caizse bir Müslüman millet yaratmaya çalışmıştır. Altyapı (demiryolu vs.), eğitim, kimlik  boyutu var.
Tüm Ortadoğu için bunun bazı sonuçları var: imparatorluğun her yerinde askeri ve sivil okullar var. Devlet elit yetiştirmeye başlamış durumda. 1920’lerde ulus devletler kurulurken bu öğrenciler kendi ülkelerinin elitlerini oluşturdular. Bu elitler İstanbul’da harbiyeyi mülkiyeyi bitirip, devlet makamlarında çalışıp, daha sonra (1920-1960 yılları arasında) ülkelerine dönüp ülkelerini kuran ve  yönetiminde yer aldıkları görülür.
1908 Meşrutiyeti: 1876 meşrutiyetine benzer. Formül yine aynıdır: Gayrimüslimlerin neden olduğu iç isyan (Makedonya isyanı var), bu isyanın bastırılması ve başlayan dış baskı (Rusya ve peşinden Avrupa). Sonrasında “devlet elden gidiyor mu?” sorusu soruluyor. Yani bastırılamayan iç isyan, peşinden durdurulamayan dış baskı, peşinden devlet elden gidiyor mu sorusu ve sihirli cevap: Meşrutiyet. Bu sayede iç isyan ve dış baskı bitecek. Fakat baştaki padişah bu işe razı değil. İsyan bölgesindeki kurmay subaylar zorluyorlar ve ihtilal benzeri hareketle Meşrutiyet ilan ediliyor.
Jöntürklük Genel olarak Abdülhamid dönemine muhalefet eden tüm fikir akımlarıdır (Mehmet Akif’den Ziya Gökalp’e...).
İttihatçılık İttihat ve Terakki partisine üye olan gruptur. İttihatçılar da Jöntürk’tür, ama her Jöntürk İttihatçı değildir.
Jöntürk demek Türk modern siyasi hayatının kaderini çizen adamlardır. İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık (garpçılık).
2.Meşrutiyet dönemi İslamcılarla Türk milliyetçilerinin diyalog halinde oldukları, aralarında köprü bulunan bir dönemdir. Cumhuriyete kadar bu işbirliği devam etmiştir. Bu 2 grup garpçılarla anlaşamaz (Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet garpçı isimlerden). Garpçılar batıyı medeniyet dönüşümü olarak görürler. İslamcılarla Türk milliyetçileri batının teknolojisini alıp kültürünün alınmaması gerektiğini savunurken, garpçılar bunu pek mümkün görmez, batının kültürüyle birlikte alınması gerektiğini inanırlar. Garpçılar kurtuluş savaşı döneminde Ankara hükümetiyle değil İşgalcilerle işbirliği yaptıklarından da kaybettiler. Siyaseten de doğru yerde olamadıklarında itibar görmediler. Ana akım İslamcılık ve Türkçülük. Devletin resmi ideolojisi ise Osmanlıcılık. 1913’de büyük kırılma olur; Balkan harbi bitmiştir, Sınırlar bugünkü Meriç nehrinden çizilmiştir. Geriye Anadolu ve Arap coğrafyası kalmıştır.
İmparatorluk’da Müslümanlar arasında da milliyetçilik başlamış, mesela Arnavutluk ayrılmıştır. Buna karşılık milliyetçiliğin son İslam devletine zarar verdiği isyanı başlamıştır (Kendisi de Arnavut olan Mehmet Akif’in şiirlerinde bu görülür).
Hristiyanlar nüfus olarak çok azalmış durumdalar ve ortada milliyetçilik kıvılcımlarının görüldüğü 2 büyük grup var: Türkler ve Araplar. Türk-Arap federasyonu bile konuşuluyor. İttihad ve Terakki resmen Osmanlıcılık siyasetine geri dönüyor. Burada İslamıcılarla Türkçülerin işbirliği yaptığını görüyoruz. Diğer kırılma noktası ise Arap isyanı ve sonrasıdır, 1.Dünya Savaşı ile Arapların Osmanlı’dan kopmasıdır.
Bu coğrafyada önce devlet kurulmuş sonra millet oluşmuştur (dünyada bunun tersi bir süreç işlemiştir, yani önce millet oluşmuş sonra devlet kurulmuştur). Abdülhamid’in Müslüman millet yaratma projesi sonraki ulus devletlerin kurulmasını kolaylaştırmıştır (elitlerin oluşması).
Mehmet Akif’in 1913 (İslamcı) ve 1920 (Türkçü) yıllarında yazdığı şiirleri birbirinden farklıdır. Ziya Gökalp’de de 1913’lerde İslamcılık, 1920’lerde ise Türkçülük görülür ki Türkçülüğün Esasları’nı yazmıştır.
3-TÜRKÇÜLÜK: Türk Milliyetçiliği yeknesak mı?
Farklı damarları var: 1-Osmanlı coğrafyasında doğup büyüyüp Türk milliyetçiliğine gönül verenlerle Rusya coğrafyasında doğup büyüyüp Türk milliyetçiliğine gönül verenler farklı. Rusya’dan gelenlerin kafaları daha net ve açık (Yusuf Akçura da bunlardan biri). Mehmet Akif gibilerin Türkçü muhataplarına yönelttiği en açık eleştiri hakim unsuru milliyetçilik yaparsak Arnavut ve Çerkezler de yapar, bu da devleti yıkar.
2-Cumhuriyet Türkiye’sini de etkileyen Kültürel milliyetçilik mi Etnik milliyetçilik mi? Kültürel milliyetçilik ortak kültür ve ortak coğrafyaya vurgu yaparken, Etnik milliyetçilik ise ırk olarak Türkleri kapsar. 1910’larda Yahya Kemal Beyatlı’nın öncülüğünü yaptığı fikir: Türk milleti son 1000 yılda ortaya çıktı. Türk milleti 1071 sonrası Anadolu coğrafyasında harmanlandı. Irki temizlik aramaz, farklı etnik grupların aynı kültür coğrafyasında harmanlanmasından bahseder. Diğeri ise ırki olarak ayırır.
3- Türkçülük ve Turancılık: Türkçüler Anadolu coğrafyası ve Oğuz boylarını (en fazla Azeri Türkleri ve Türkmenleri) işe katarlar, Turancılar ise tüm boyları ve soylarıyla herkesi dahil ederler.
Özellikle 1.Dünya Savaşı sonrası 1917 Bolşevik ihtilalinde Rusya çökünce Rus Ordusu da çökmüştür, Osmanlı Ordusu önünde muazzam coğrafya açılır. Enver Paşa Bakü’yü işgal eder. Almanlar Rusya’ya girip Sovyetler Stalingrad savunmasına kadar geri çekilince tüm Türklerin birleitirileceğine dair umutlar yeşerir.
4- İslamın yeri: Dine önem veren,dinin milleti oluşturan bir unsur olduğunu savunanlarla dinin bu unsurlar arasında olmadığını savunanlar olarak ayrılırlar.
Yahya Kemal-kültür milliyetçisi, Yusuf Akçura - Irk milliyetçisi, Ziya Gökalp- kültür milliyetçisi: İster etnik ister kültür milliyetçisi olsunlar dinin etkisini kabul ederler. 1927-1928’den itibaren belirginleşen Kemalist milliyetçilik ise ilginç bir şekilde tüm bu kişileri aforoz eder. Baktığımızda Ziya Gökalp’e türk milliyetçiliğinin fikir babası olduğu fikri sorunludur, Atatürk döneminde hiçbir kitabı basılmamıştır. Bu dönemde İslamcılar tamamen tasfiye edildiler. İtibar görmesi gereken Türkçüler de itibar görmüyorlar, çünkü din etkisine inanıyorlar. Ama Kemalist milliyetçiler bunu gerici milliyetçilik olarak görüp, pozitivist milliyetçiliği kuruyorlar. Kemalizm aslında din yerine milliyetçiliği ikame eder. Atatürk konjonktüre ve yere göre söylemini değiştirmiştir: 1917-1927-1937 yılları söylemlerine bakıldığında bu görülür.1930 yılında el yazısı ile aldığı notlarda açık bir şekilde dinin Türk milletine zarar verdiğini ifade eder. Aynı tavır İnönü döneminde de sürmüştür.
2.Dünya savaşının bitmesiyle siyasi ve düşünsel liberalleşme var. Türkçüler ve İslamcılar fikir hayatına tekrar geri dönüyor. Ortak düşmanları ise Kominist Rusya (bu durum fikirsel zenginliği baltalıyor, sığlaştırıyor). İman kurtarma, milleti kurtarma davası gibi milliyetçi muhafazakar çizgi gelişiyor. Kemalist tahribatı gidermek için bir yandan temel bilgiler verilirken (Ziya Gökalp, Mehmet Akif) bir yandan da kominizm ile mücadele var (Gençlik kominist olmasın çabası). 1940’larda Türkçülerle İslamcılar ayrışıyor ve bu süreç halen devam etmektedir. Anadolu’da Türk-Rusya Türkü ve Türkçülük-Turancılık ortadan kalkıyor. Ama dinin rolüne ilişkin tartışmalar sürüyor; 1969’da MHP’de ilk kırılma yaşanır: Türkeş tercihini kültürel milliyetçilikten yana kullanıyor ve A.Adsız gibi ırk milliyetçilerini tasfiye ediyor (Hira dağı kadar müslüman, Tanrı dağı kadar Türk sloganı böyle oluşuyor).
*Türkiye’de hakim anlayış kültürel milliyetçiliktir. Türkiye’de elit ve aydınlar bunu benimsemiştir. Irk milliyetçileri (pozitivist milliyetçiler) azınlıkta kalmışladır.
*Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset  adlı denemesi
* Türkiye’de İslamcılık antolojisi (3 cilt).
*Fransua JORJON: Yusuf Akçura tezi’nden alıntı. 1917’de Yusuf Akçura şöyle demiş: “Sadece köylülerden ve sadece devlet memurlarından oluşan bir ülkede demokrasi gelişemez.”. 1950 sonrası yaşanan sosyo-iktisadi gelişimle demokrasi gelişmiştir. Sivil toplum güçlendikçe demokrasi oturmaktadır.
*1805-Sırp ve Yunan ayaklanması
1860-1870- Bulgar ayaklanması
1880-1890-Ermeni milliyetçiliği
Müslüman unsurlarda ilk olarak Arnavutluk etkilendi. 1870-1880’lerde asıl ivme 2.Meşrutiyet sonrası başlar. Arap milliyetçiliği İstanbul’da harbiyeyi mülkiye’de başlar. Ermeni ve Kürt milliyetçileri geç gelişen bir milliyetçiliktir. İkisi de imparatorluğun dağılma zamanına denk gelmiştir. Türk ve Kürt elitleri Ermenileri tasfiye etmiş, Lozon sonrası ise Kürt milliyetçileri biz de varız dediğinde Türk milliyetçileri tarafından tasfiyeye başlanmıştır. 


Elif YILDIZ

ÜÇ TARZ-I SİYASET – GÖKHAN ÇETİNSAYA / 20 KASIM


·         “3 Tarz-ı Siyaset” Yusuf Akçura’nın 15 Mart 1904’te Rusya’nın Zora köyünde yazıp, Mısır’da çıkan Jön Türkler’in yayınladığı gazeteye gönderdiği makaledir.
·         Bu makale için tüm kitaplarda Osmanlıcılık-İslamcılık ve Türkçülük’ü değerlendirip Türkçülük’ü öne çıkarır derler.
·         Gökhan Hoca burada makalenin ilk ve son paragraflarını okuyarak bu izlenimin yanlış olduğunu ortaya koydu.
·         Bu makalenin yazılmasından 100 sene geriye giderek 1804 yılına baktığımızda yeni bir dünya düzeni görürüz. Buna uyum sağlamaya çalışan bir Osmanlı var. Milliyetçilik akımı yayılıyor ve endüstri devrimi sonrası bir paylaşım kavgası var.
·         Osmanlı için bu dönemde 2 önemli veri var:
1- Benim Rusya tehdidi dediğim bir şey var. 200 yıl boyunca Anadolu üzerinde bir baskı oluşturmuştur. Hem Osmanlı Sultanları hem de Cumhuriyet dönemi yöneticileri bu baskıyı hissedip soluğu Batı güvenlik şemsiyesinde aramıştır.
o        Abdülhamid ve Atatürk dönemleri istisna bu dönemlerde dengeli bir politika var. Ta ki SSBC dağılana kadar bu baskı devam ediyor.
o        Avrupa güvenlik şemsiyesine girmek için de bazı şeyleri değiştirmek gerekiyor. Bu da iç siyaseti etkiliyor.
o        Osmanlıya İslam’ın son devleti olarak bakıldığı için onu yaşatmak amacıyla ne gerekirse yapılmalıdır deniyor.
2- Fransız Devrimi ve milliyetçilik akımlarının etkileri:
Önce gayrimüslimler üzerinde sonra Türk olmayan etnik unsurlar üzerinde görülüyor.

·         Bahsedilen düşünce akımları Osmanlı nasıl kurtarılır sorusun verilen cevaplardır. Osmanlıcılık-İslamcılık ve Türkçülük’ü savunanlarda modernleşmede bir tereddüt yok.

·         İlk gelişen akım İttihad-i Osmanî yani Osmanlıcılık
o        Bir üst milliyetçilik yaratma projesidir.
o        Sosyal ve ekonomik kalkınma
o        Müslim-Gayrimüslim eşitliğini geliştirme
o        1865’ten sonra gazete, dergi ve modernleşmenin gelişmesiyle muhalefet oluşuyor.
o        Islahat Fermanı da yetmiyor. Bunun üzerine bir üst aşamaya geçiliyor ve dünyadaki son aşamaya geçiyorlar. Ulemaya siyasal haklarını veriyorlar.
o        Bu dönemde 3 akım oluşuyor:
1-      Ultra Muhafazakârlar, onlar klasik Osmanlı’nın devam etmesi gerektiğini, Tanzimat’ın bile olmaması gerektiğini savunuyorlar.
2-      Kanun devleti, eşitlik talep edenler
3-      Yeni Osmanlılar – Siyasi hak ve meşruiyet isteyenler.
  • Kanun devletini yeterli bulanlar Yeni Osmanlılara “meşrutiyet ancak eğitim seviyesinin yüksek olduğu yerlerde olur, bizde ancak iç savaşa yol açar” diyorlar. Yeni Osmanlılar da “bizden ayrılan küçük gördüğümüz tebaalar dahi uyguluyor” diyor.
·         Türkiye halkının demokrasiye ehil olup olmadığı 100 yılı aşan bir tartışma. Gerekçelerde aynı; eğitim seviyesi, siyasi olgunluk vs..
·         60’da Ankara Siyasal’da bir anket yapılıyor ve üniversite mezunlarının 2 oy hakkı olsun sonucu çıkıyor.
·         Meşrutiyetçiler sonunda Abdülhamid’in ilk 2 yılında meşrutiyeti uyguluyorlar. Fakat Rus savaşının etkisi içinde lağvediliyor. Abdülhamid de Ali ve Fuat Paşa gibi düşünüyor.
·         1880 itibariyle bakarsak yeni bir siyaset görüyoruz. İttihad-ı İslami
  • Gayrimüslim nüfusun azalmasının büyük etkisi var.
  • Anadolu’ya büyük göçler var.
  • Abdülhamid artık gayrimüslimleri tutamayacaklarını düşünüyor.
  • Devlet eğitim, yatırım, tarikatlar yoluyla tüm Müslümanları aynı tarafta görmek istiyor. Tabir-i caizse bir Müslüman milleti oluşturmaya çalışıyor.
·         1920-1960 dönemi elitleri hep Abdülhamid döneminde yetişen ve hukuk veya harbiyede okuyanlardır.
·         1908 meşrutiyetine gelirsek o da 1876 meşrutiyetine çok benzer. Gelişim çizgisine bakarsak bir İç İsyan - Rus Baskısı - Batıya yöneliş - Batının isteği - İçerde devlet elden gidiyor – Meşrutiyet
·         Her iki meşrutiyette de padişah değiştiriliyor.
·         Jön Türkler Abdülhamid döneminin tüm muhaliflerine verilen bir isim. Mehmet Akif, Said Nursi de dahildir bunlara. İttihatçılar ise partiye üye olanlardır.
·         II. Mahmut döneminde İslamcılarla Türk Milliyetçileri diyalog halindedir. Abdullah Cevdet ve Tevfik Fikret’in temsil ettiği garpçılarla bu iki grupta anlaşamamıştır.
·         1913 yılına kadar devletin resmi ideolojisi hala Osmanlıcılıktır ancak o sene büyük bir kırılma noktasıdır. 
·         Arnavutluk’un ayrılması büyük bir travmaya yol açıyor.
·         Bir Türk-Arap Federasyonu tartışılmaya başlanıyor.

·         Bu süreçten sonra artık İttihad-ı Türki siyasetine geçişi görüyoruz.
·         İslamcılık akımının sonunda 1916 Arap İsyanı ve I.Dünya Savaşı ile kırılma yaşanıyor. 10 yılda tüm aydınların tarzı değişiyor. Örneğin; M.Akif’in 1913 ile 1920 arasındaki tarzı apayrıdır. Aynı şekilde Ziya Gökalp, 1913 ile 1920ler de yazdıkları apayrı.
·         Türk milliyetçiliğinin de farkları var.
·         Türkçülüğün başlarında Türkçülere “eğer siz milliyetçilik yaparsanız, diğer milletlere de milliyetçilik yapmak için meşruiyet sağlarsınız” derler.
·         Yahya Kemal, “Türk milleti son bin yıldır Anadolu’daki kavimlerin bir karışımı, harmanıdır. Öyle ortaya çıkmıştır” der.
·         İki tür Türkçülük akımı vardır; biri kültürel ortaklığa bakar, diğer akım ise ırki ayrım yapar.
·         Bir diğer ayrım dinin milleti oluşturan unsurlar arasında olduğunu savunanlar ile böyle olmadığını savunanlar hatta dinin milliyetçilik için zararlı olduğunu savunanlar arasındadır.
·         Yahya Kemal kültür milliyetçisi, Yusuf Akçura ırk’i milliyetçi ancak her ikisi de dinin etkisini kabul ederler.
·         Kemalist Türk milliyetçileri ise ilginç bir şekilde Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’yı da aforoz ederler. Ziya Gökalp’in Atatürk’ün sağlığında hiçbir eseri basılmamıştır. Atatürk’ün akıl hocası olduğu yalandır.
·         Bu dönemde İslamcılar sürgüne yollanıyor ve zor bir döneme giriyorlar, Türkçüler de muteber insan olmuyorlar. Çünkü bunlar dinin bir milleti oluşturan unsurlardan biri olduğunu biliyorlar.
·         Bu dönemde Ziya Gökalp’i bile gerici görüyorlar. Bir pozitivist milliyetçilik oluşturmaya çalışıyorlar.
·         1930 yılında Yurttaşlık Bilgisi kitabında Atatürk el yazısı ile dinin kötü etkisini belirtiyor.
·         Bir dönem sonra 1950’den sonra Türkçüler ile İslamcılar yine ortak noktada buluşuyorlar, karşılarındaki Komunist Rusya tehlikesi. Diğer yandan da millete Kemalizm’in kötülediği adamların aslında kötü olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. 1960 darbesi sonrası ayrışıyorlar.
·         Alparslan Türkeş kültürel milliyetçiliği benimsiyor ve Nihal Atsız kesimini aforoz ediyor bu dönemde Necip Fazıl’ı dahi yanına çekebiliyor. Bu dönemdeki “Hira Dağı kadar Müslüman’ız, Tanrı Dağı kadar Türk’üz” lafı hala hatırlanır.
·         Türkiye’de hakim olan anlayış kültürel milliyetçilik anlayışıdır.
·         Türk elitleri Kürt elitleriyle anlaşarak Ermeni milliyetçilerini tasfiye etti. Lozan sonrası Kürt milliyetçileri “biz de varız” deyince Türk milliyetçileri onları da tasfiye etti.

 Oğuzhan ZEKİOĞLU

MODERN TÜRKİYE’NİN KAYNAKLARI II: ABDÜLHAMİT DÖNEMİ – S. AKŞİN SOMEL - 2

Geç dönem Osmanlı’da otoriter olarak yetkilerini korumuş padişahlar olarak 4..Murat, 2.Mahmut ve sonrasında Abdülhamid tahtta. Mutlakiyet anlamında egemenliğini sürdürmüş son padişahtır. Kanuni sultan Süleyman’a kadar mutlakiyet var, ardından bir oligarşi geliyor, padişahların etkileri giderek azalıyor, 4.Murat bir istisna, 2.Mahmut bir diğer istisna, ondan sonra sadece Abdülhamid var. Abdülhamid’ten sonrakiler kuvvetli padişahlar değil, daha çok sembolikler. Abdülhamid saltanat uzunluğunda 4.sıradadır, sırasıyla Kanuni Sultan Süleyman (I:Süleyman - 46 yıl), IV.Mehmed (avcı - 39 yıl), I.Orhan (Gazi-bey - 36 yıl), Abdülhamid (32 yıl). Abdülhamid’in kurduğu okullardan mezun olan kesimler Cumhuriyet’i kurdular. Bu kesim Abdülhamid’le hesaplaşma içinde olduklarından Cumhuriyet kitaplarında Abdülhamid hep kötülenmiştir. Cumhuriyet’ten mağdur kesimde ise idealize edilmiştir. Övmek ya da kötülemenin dışında Abdülhamid’i anlamak en iyi yol olsa gerek, bunun için de Abdülhamid’in tahta çıktığı dönemde imparatorlukta nasıl bir ortam olduğuna bakmak gerekir: Abdülhamid zor bir dönemde tahta çıktı: -Mali Kriz (1875 mali krizi) vardı, imparatorluk mali bakımdan iflas etmişti (dış borçların faizi bile ödenemiyordu). -Özellikle Balkanlardaki Sırp ve Bulgar Ulusal hareketleri-isyanları ve bastırılamaması, -Rusya müdahalesi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 harbi), Rus ordusu İstanbul kapılarına dayanmış durumda. Ruslar Ayastefanos barışını dikte ediyorlar Osmanlı’ya: Balkanların çoğunu kapsayan (Rusya’nın kuklası) büyük Bulgar prensliği kurulmasını içeriyor bu barış. Ancak bu antlaşma ile Rusya'nın bölgede tamamen hakim bir konuma gelmesi Batılı devletleri telaşlandırdı (İngiltere bundan hoşlanmayarak Rusya’yı tehdit ediyor). Zira Rusların, Bulgaristan yolu ile sıcak denizlere inmeleri, Birleşik Krallık'ın Hindistan siyasetine ve Avusturya-Macaristan'ın Bosna-Hersek'i ilhakına set çekmiş olacaktı. Osmanlılar bu tepkilerden yararlanarak Kıbrıs’ın idaresini Birleşik Krallık'a bırakmak koşuluyla Berlin'de yeni bir antlaşma (Berlin Antlaşması) zemini elde etmeye başardılar. Ayastefanos’un ağır şartlarını hafifleten Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki varlığı bir süre daha devam etti. Artık Osmanlı orta vadede varlığını pek de sürdüremeyecek (miadını çoktan doldurmuş bir imparatorluk), imparatorluk bir anlamda büyük güçlerin desteğiyle ayakta duruyor ki bu da Berlin Kongresinin bir sonucu.
Abdülhamid 1876 yılında tahta yeni çıktığında Osmanlı’da nüfusun %40’ı hristiyan, %60’ı Müslümandır. Bu nedenle Tanzimat İslamcı değildi, Osmanlı milleti politikası vardı. 93 harbi ve Berlin anlaşması sonrası bu oran %18 hristiyan, %82 müslüman olarak değişmiştir. Böylece Müslüman nüfus ağırlıklı duruma geldi, Abdülhamid İslamcılığı vurgulamaya başlıyor, padişahın aynı zamanda halife olması ideolojik zamk görevini görüyor. İmparatorluk topraklarında var olan müslüman nüfusunun yarısı da Arapça konuşan Arap kökenli (Ortadoğu, Kuzey Afrika). Bir diğer sonucu da Dağılmakta olan Osmanlı’da o zamana kadar Osmanlı’ya sadık kalmış Müslüman kesimde de hareketlenme başlıyor; herkesin gözü Arnavutluk topraklarında, Müslüman ve padişahı tanıyorlar ama Osmanlı çok zayıf olduğundan Osmanlı’nın kendilerini koruyamayacağı kaygısı var. Bu nedenle Arnavutluk özerkliği başlıyor (1877), 3 yıl sürüyor, 1881 sonrası Arnavutluk tekrar Osmanlı’ya bağlanıyor.
KÜRTLER 1879-1881 yılları arasında bugünkü Yüksekova (nehri) bölgesinde Şeyh Ubeydullah (nakşi) isyanı çıkıyor. Amaç İran Kürtleriyle büyük birlik ve kuvvet kurmak. 1881 yılında bu ayrılıkçı hareket bastırılıyor.
ARAPLAR halifelik konusu var. Şam-Halep’te yerel İslam uleması etkisi var, Acaba halife meşru mu? Gibi sorular gündemde. Arap hristiyanlarında laik bir Arap milliyetçiliği etkisi var.
1871-ERMENİLER: Berlin Anlaşmasına göre Doğu Anadolu’daki 6 vilayette hristiyan nüfusa yönelik reform talepleri var. Ermenilerin özerklik ve bağımsızlık talebi de gündeme geliyor.
Abdülhamid tahta çıktığında zor bir dönemdi demiştik: bir yanda mali kriz, bir yanda gayrimüslim ayaklanmalar, bir yanda da Müslüman ayaklanmalar var. Bütün bu koşullar Abdülhamid’in baskıcı rejiminin gerekçesini oluşturuyor ve imparatorluğun bütününü korumayı amaçlıyor. 32 yıllık bir sıkıyönetim/olağanüstü hal konumu var.
1878 yılında meclisin tatil edilmesinin gerekçesi “imparatorluk dağılır” kaygısı.
1880 yılında hafiye teşkilatı (gili polis)
1881 yılında Mithat Paşa ve Mahmut Celalettin Paşa Sultan Abdülaziz’i öldürmek suçundan idama mahkum oldular. Abdülhamid bu cezayı müebbete çevirip Arabistan’a sürüyor.
Abdülhamid iyi politikacı ve sıkı gözlemciydi. Şüpheciydi ama aklıselimdi, durumun farkındaydı. “Ne yapabilirsem ben yapabilirim” diyor ve diğerlerine güvenmiyor. Henz şehzade iken Abdülaziz’in nasıl tahttan indirildiğine tanık oldu: Ordu-Ulema-Bürokrasinin ittifakı ile Abdülaziz tahttan indirildiğinden, Abdülhamid söz konusu bu 3 grubu birbirinden uzak tutmaya çalıştı. ORDU: (1)Gazi Osman Paşa (Plevne kahramanı) ve (2)Gazi Ahmet Muhtar Paşa (Aziziye kahramanı); Abdülhamid 2. ismi İstanbul’dan uzaklaştırırken, 1.ismi gözünün önünden ayırmadı, Yıldız Sarayı’nda başyaver ilan etti ve saray’da birlikte yaşamaya mahkum etti. ULEMA: Eskiden çok güçlü olan Medreseler kendi haline bırakıldı, destek verilmedi, reforme edilmelerine ortam hazırlanmadı. Toplumda ne kadar problemli kişi varsa “askerden muaf olma” vaadiyle Medreselere alındı, bunun sonucu olarak Medreseler tembel ocağına döndü, çürümeye başladı. Şeyhülislamlar sıkı denetlendi, konağından çıkamaz hale getirildi. BÜROKRASİ: Gözbebeği konumunda. Abdülhamid bürokrasiye önem veriyor; modern ve etkin bürokrasi olmazsa olmaz diye düşünüyor. Mekteb-i Mülkiyeyi (1859) yüksekokulken üniversite seviyesine dönüştürülüyor. Farklı dil öğrenimleri bu okulun müfredatında var (azınlıkların dilleri öğretiliyor) ve bu okul çok iyi bürokrat çıkarıyor.
Abdülhamid’in siyasi modernleşmede de katkısı olmuştur. Daha önceleri politikaya çok karışan bürokrasiyi olması gereken konuma sokmuş; bürokrasiyi teknik olarak siyasi iradenin hizmetine amade şekle getirmiş ve bürokrasinin imtiyazını kırmıştır. Bürokrasi Legal ve Rasyonel yapıya dönüşmüştür (Alman düşünür Max Weber’in de dediği gibi). Fakat bir yandan yasal, akılcı, modern bürokrasi yapılanırken, bu bürokrasiyi kontrol edecek bir üst bürokrasi de kuruldu. Bu da Yıldız Sarayı’dır. Kendi içinde bir bürokrasi taşır, mülki modern bürokrsiyle alakası yoktur, ataerkil (patrimoniyal) bürokrasidir. Söz konusu üst bürokraside (içinde gayrimüslimler de vardır) aranan tek özellik sorgusuz sualsiz padişaha mutlak itaattir (kişisel nitelikli akılcı olmayan bir bağlılık). Aslında hepsi birer kapıkuluydu.  Bu ataerkil yapıyı kuvvetlendirmeye çalıştı. Toplumla arasında tüm müslümanların babası olmak, tüm ümmeti koruyan bir ağababa hüvviyeti kurmaya çalıştı (ümmet asabiyesi yoluyla Osmanlı ile bir baba-hami ilişkisi kurmaya çalışıyor). Abdülhamid, kendi adına büyük camii yaptırmamıştır, imparatorluğun ücra köşelerine kadar küçük, sade, adı HAMİDİYE olan camiler yaptırmıştır. Halka jurnal gönderdi, amaç vatandaş ile padişah arasında sadakat bağının pekiştirilmesiydi. Mümkün mertebe popüler dini tarikatlara yakın durarak halkla arasında manevi bağ kurmuştur. Bu nedenle de sıradan halk arasında sevilirdi.

REFORMLAR: 1879-1890 arasında ciddi reformlar yapıldı:
1-                  BÜROKRASİ: yukarda anlatıldı.
2-                  HUKUK: (1879-1880) Yargı bağımsızlığı gerçekleştirilmeye çalışıldı. Dış devletler yargının bağımsız olmadığı gerekçesiyle çok sık müdahale ediyorlardı. Yargı reformları yapıldı, İlk kez bir ceza muhakeme kanunu yayınlandı. İlk kez avukatlık ve savcılık gibi kurumlar kuruldu (Dava vekili-avukat, Müddeiumumi-savcı; mahkemeye doğrudan dilekçe verebiliyor).
3-                  ORDU: Denetim altına alınmaya çalışılıyor, modernizasyon bir ölçüde yapılıyor. Haritacılık (askeri haritacılık) çok gelişiyor. Almanya’dan bir subay Mekteb-i Harbiye’ye getiriliyor.
4-                  EKONOMİ: Mali iflas vardı; Borçların faizi bile ödenemiyordu. 1881’de Düyun-u Umumiye (genel borçlar) idaresi kuruldu; Yabancı alacaklar ve Osmanlı temsilcilerinin oluşturduğu bir meclisti. Osmanlı’nın kaynaklarının önemli kısmına el koydu ve bunların gelirleri dış borç ödemede kullanıldı. Düyun-u Umumiye bağlı Reji idaresi oluşturuldu. Vergiler daha adil toplanmaya başlandı. Abdülhamid döneminin sonunda Osmanlı dış borcunun 2/3’ü ödenmiştir.
5-                  TARIM’a sanayi bitkileri (tütün, pamuk, ay çekirdeği…vb) ekilmeye başlanıp bunlara yönelik fabrikalar kurulmaya başlandı (kadınlar bu fabrikalarda çalışmaya başladı). İç Anadolu’da, Çukurova’da, Suriye’de, yeni tarımsal arazileri açıldı ve üretim arttı. Bu süreçte göçebe yaşayanların yerleşik hayata geçirilmesi ve tarıma kazandırılmasında çaba harcandı. Böylece ürün artacak, vergi artacak, bu insanlar kayıt altına alınacak, asayiş artacaktı. Suriye Halep’e giderken ve Anadolu’da HAMİDİYE köyleri vardır, işte bu köyler göçerlerin yerleştirildiği köylerdir. Önceden Mithat Paşa’nın 1873 yılında kurduğu memleket sandıkları 1888 yılında ZİRAAT BANKASI’na çevrildi ve çiftçilere düşük faizli kredi sağlayarak tarımı modernleştirdi. Ziraat okulları açıldı.
6-                  ULAŞIM: Demiryolu’nun ağ olması yolunda asıl adım Abdülhamid döneminde atılmıştır. Demiryolu yatırımı kolay değil, sermaye, mühendis bilgisi ve sanayi gerektiriyor. Osmanlı’da hiçbiri yok ama demiryoluna; ticaret için, askeri intikal ettirmek için muhtaç durumda. Bu durumda yabancı şirketlere başvuruldu, pazarlıklar yapıldı. Demiryolunu yapacak olan firmalar, demiryolunun her iki yanında 2km’lik alanda ne kadar yeraltı ve yerüstü kaynak varsa, bunların gelirlerini alacaktı. Ayrıca asgari kâr garantisi de talep edildi: Km başına kâr, asgari kâr tutarının altında kalırsa, aradaki farkı Osmanlı ödeyecekti. Böylesine ağır bir anlaşma yapıldı. 1897’de ilk kez Ankara’ya demiryolu hattı inşa edildi. Önemli faydaları oldu. Orta Anadolu’da tahıl yetiştirilir oldu. Ankara’ya Konya’ya demiryolu inşası ile İstanbul’a Anadolu’dan tahıl gelmeye başladı (İstanbul’a tahıl daha önceden Romanya, EflakBoğdan’dan denizyolu ile geliyordu, bu durum 93 harbinden sonra pahalıya çıkmaya başladı çünkü artık EflakBoğdan bağımsızdı). Bu demiryolları bazı isyanların bastırılmasını mümkün kıldı. HİCAZ DEMİRYOLU: prestij projesidir, Osmanlı mühendislerinin edindiği bilgilerle ve Osmanlı sermayesi ile yapılması, projede çalışanların tamamının müslüman olması nedeniyle tamamen yerli bir projeydi. Demiryolu Mekke’ye kadar gitmese de Medine’ye kadar gitti. Böylece Abdülhamid halife sıfatıyla ve kendi gücüyle modern teknolojiyi kutsal topraklara götüren padişah imajı verildi ve ciddi bir propaganda oldu.
7-                  İLETİŞİM: Telgraf: 93 harbi döneminde çok kısıtlıydı, Abdülhamid döneminde Hicaz-Yemen’den Balkanlar’a (en ücra köşelere) kadar yaygınlaştırıldı. Bu durum iletişimin etkin olmasını sağlarken Abdülhamid’in pedervari yönetimini de yerleştirmesini ve ümmet ile bağlantısını sağladı. Telgraf yoluyla saraydan çıkmadan herkesle iletişime geçilebiliyordu. Halep’ten biri Yıldız Sarayı’na telgraf çekebiliyordu (Yıldız Sarayı’nın postanesi ve yoğun çalışan bir telgraf istasyonu vardı). Yıldız Sarayı iletişimle bir yandan tebaa ile birebir bağlantı kurdu, bir yandan da çok sıkı bir denetim/otoriteyi de ele geçirdi. Abdülhamid döneminde İÇ PASAPORT (Mürur Teskeresi-geçiş belgesi) olmadan seyahat edilemiyordu: bununla izin alınan yere kadar gidilirdi, fotoğraf yoktu, eşgal tarifi vardı, şehir kapılarında kontrol ediliyordu. Bu mekanizma (telgraf) bir noktadan sonra ters tepti, Jöntürkler muhalefeti çıktı, yeraltında örgütlendi. Jöntürkler sempatizanı tegraf memurları (bu memurlardan birinin adı TALAT’dı) bu sistemi kendi lehlerine kullandılar.
8-                  EĞİTİM: İlk olarak Tanzimat’ta yaygın olmayan modern okullar (RÜŞTİYELER) kuruldu. Abdülhamid öncesi açılan okular öğretmen sıkıntısı çekiyordu. Abdülhamid döneminde sisteme insanları dahil etmek ve eğitime kaynak yaratmak amacıyla taşrada Vilayet Maarif Encümenleri açıldı. Yerel kaynağın medreseler yerine modern okullara gitmesini amaçlıyordu. Yerel ileri gelenler Maarif Meclislerine dahil edilerek kaynaklar aktı. AŞAR VERGİSİ üzerinden maarif yardımı olarak ufak bir yüzde eklendi. Bu kaynak maarifin gelişmesine katkıda bulundu. İPTİDAİ MEKTEPLER (devlet ilkokulu) açıldı.  İDADİ MEKTEPLER bugünkü lise seviyesindeydi ve hatta daha modern okullar kuruldu. Eğitim sisteminin yenilenmesi ile a- eğitimin yaygınlaştırışması ile mezunların ekonomiye katkısı, b- toplumda Sünni-islam ve halifeye sadakat ideolojisi yerleştirilmesi c- Modernleşme ve İslamileşme sentezi sağlandı. Bu propagandanın da bazı sınırları vardı çünkü toplumda sadece sünniler yoktu. Eğitim modernleşmesiyle diğer kesimlere nufüz edemedi, alevilere, kızılbaşlara, şiilere ulaşamadı. Bunlar demografik sınır oluşturdu. Ancak Amerikan protestan misyonerler önemli bir istisna, Abdülhamid’i korkuttu ve oradakilerin sünnileşmesi için okullar açtı, kısmen başarılı oldu. AŞİRET MEKTEPLERİ: Bazı aşiretlerin ileri gelenlerinin çocuklarına İstanbul’da eğitim verildi, amaç Sünniliği, İstanbul türkçesini öğretmek, medenileştirmek, Osmanlı elitizminin parçası haline getirmek, bu kişiler kendi aşiretlerine döndüğünde de Osmanlı beyefendisi olarak kontrol de etmek istiyor. Bu proje kısmen başarılı olmuştur (Şerif Hüseyin isyanı). Tanzimat döneminde bazı şeyler sınırlıydı. Abdülhamid döneminde o kadar çok okul açıldı ki bu bir devrim niteliğindedir. Bu sayede büyük bir nüfus eğitim almaya başlamıştır. Bu da köklü bir dünya görüşü değişimi yaratmıştır. Önceden Mahalle mektepleri vardı; Mahalle mektebinden mezun olmanın yaşı yoktur, sınıf da yoktur, kızlar ve erkekler ayrıdır. Mahalle mektebinden çıkıp İptidai Mektebe gidince yaş esasına dayalı sınıflar olduğunu görürüz. Her yaş ve sınıfa uygun bilgi eğitimi var. Sonunda sınav olup geçince bir üst sınıfa geçiliyor. Bu değişimle; yeni kurumsal yapı içinde çocukların zihin yapısı dönüşüyor. Nesillerde ilerleme denen düşünce ortaya çıkıyor. Eskiden ilerleme-çizgisel düşünce yoktu, döngüsel düşünce vardı. Bu değişim, Abdülhamid’in eğitim sistemiyle oldu. İster İşlamcı, ister Garpçı, ister Türkçü olsun o nesilde terakkiyatçılık (çizgisel – ilerleme) vardır. Abdülhamid’den önce metinlerde nokta yok, uzunlar ya da hep şiir var. Abdülhamid döneminde cümleler kısa ve nokta var. Abdülhamid döneminde mezun olan nesiller Divan değil,Nesir kültürü. Fransız Edebiyatı seviliyor. Abdülhamid dönemi sansür/kontrol dönemi olarak bilinir. Bu kadar kontrole rağmen ironik bir şekilde basın ve yayının en çok geliştiği dönemdir. Basında siyaset yasaktı, bu nedenle daha çok bilimsel konulara yöneldiler; balonla seyahat, edison, hindularda kadınlar, sağlık, hayvan gibi konular rasyonel olarak tartışılmaya başlandı. Bu da bir devrim niteliğindedir. Eskiden sıradan insanlar bunları konuşmazlardı, entelektüel birikim arttı. İnsanların ilgileri manevi içerikten  rasyonel ve seküler içeriğe doğru kaydı. İlk olarak BABİALİ MATBAASI  böylece ortaya çıktı. Batıdan çeviriler yapıldı. İnsanlar okumaya meraklıydılar. Yeni basın sektörü ortaya çıktı ve yeni bir kazanç kaynağı oldu. Fransa’dan türkçeye çeviri arttı. Hızlı hızlı çeviriler yapılırken dil sadeleşmeye başladı. Jülvern’in çoğu romanı bu dönemde yayınlandı. Üç Silahşörler, Monte Cristo Kontu, Polisiyeler çok yaygın, Mike Hamer, Sharlock Holmes tarzları ilgi gördü. Daha önce perili cinli romanlar (bunlarda belirsizlik vardı) varken polisiye romanlar sevilmeye başlandı (bunlarda rasyonellik ve neden-sonuç ilişkisi vardı). Hep dönüşüm oldu. Ahmet Mithat Efendi’nin bu zihinsel dönüşümde rolü vardır; dili sadeleştirmiştir.

Ülke sathında büyük bir batılılaşma ve doğu kültüründen kopuş var. Akılda ve bilgide objektifleşme var. Ama paradoksal olarak Abdülhamid kuşağının çocukları mutsuzlardı çünkü baskı hissediyorlardı, doğulu kültürden koptuklarından yüzeysel, doğuma kültürünü kavrayışları yok, batıya körükörüne hayrandılar (doğuyu küçümsemek batıya hayranlık var ama batıyı aslında bilmiyorlar). Derinlik yok ve yüzeysellik var. Bu dönemde gençlik isyanı var. Beşir Fuat bunun örneklerindendir. 1887’de intihar eder, bileğini keser, hissettiklerini yazar. Bu intihar “tanrı yoktur”u ispatlamak içindir. İntihar furyası başlar. Ahmet Mithat bunlara DEKADAN (yozlaşma) der. Mutsuz kuşak jöntürkleri de teşvik ediyor. Ütopyacı bir bireysellik var.
-HAMİDİYE ALAYLARI: Doğu Anadolu yarı özerk bir bölgeydi, Doğu Anadolu taşrası Osmanlı tarafından kontrol edilemiyor, Çaldıran’dan beri Kürt beylikleri hakim, sünnilikten gelen bir sadakat var. Bu durum 1840’lardan itibaren değişti. Tanzimat dönemindeki merkeziyetçilik beylikleri ortadan kaldırıyor, bu durum da o bölgede asyişizliği doğuruyor. Buradaki nüfus Kürt-Ermeni ağırlıklı, beylikler yokken anarşi oluştu. Osmanlı bu boşluğu dolduramadı, böyle olunca aşiretler yerel nüfusu talan etmeye başladı, Ermeni kızları kaçırıldı, Osmanlı birşey yapamayınca Ermeniler Ruslara başvurdu ve koruma talep etti. Olası Rus saldırısına karşı, bölgede asayişi sağlamak ve Ermeni milliyetçiliği-komitacılığının bastırılması amacı ile HAMİDİYE ALAYLARI kuruldu ama başarılı olamadı.
KARİZMATİK OTORİTE Abdülhamid’in imajıdır.
Abdülhamid’i toptan rededen yeni devlet aslında Abdülhamid gibidir. Jöntürkler Abdülhamid’i redederken daha sona kurdukları sıstem Abdülhamidi aratacak kadar fenadır. 



Elif YILDIZ