Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset adlı denemesi: Türk milliyetçiliğinin önde gelen düşünürüdür. 1904 yılında Rusya’nın Zola köyünde yazmıştır kitabı, Mısır’da yayınlanmıştır. Jön Türklerin yayınladığı dönemim muhalif gazetesinde yayınlanmıştır. (Orjinalinin okunması tavsiye edilir). Üç Tarz-ı siyaset Osmanlı imparatorluğu’nun izlemesi gereken 3 yolu tarif eder: Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük.
Sonunda yazar Türkçülüğü tercih eder der kimisi, kimisi de 3 yolu gösterir ve tercihi okura bırakır der.
1804 (100 yıl öncesi) 3.Selim dönemi: yeni dünya ve uyum sağlamaya çalışan Osmanlı söz konusu (nizam-ı cedit-yeni düzen): 1-Fransız ihtilalinin rüzgarları var, 2- Endüstri devrimi sonrası, emperyalizmin yeni boyut kazandığı ve paylaşım kavgasının yaşandığı bir dönem. Modern dönem, parlemanto, anayasa, ulus devletlerin doğuşu.
Osmanlı için 2 önemli veri: 1-Rusya tehdidi: Rusya, Türk siyasi hayatını etkilemiştir. Rusya her zaman Anadolu coğrafyası üzerinde baskı oluşturmuştur. Osmanlı da bu baskıyı hissetmiştir. Bu baskı karşısında soluğu hep batı ittifakında aramış, Batı ittifakı bür tür güvenlik şemsiyesi olarak kullanılmıştır. Bunun istisnası 2 dönem vardır: Atatürk ve Abdülhamid dönemlerindeki denge politikası dışında SSCB dağılana kadar hep böyle olmuş.
Rusya baskısı sadece dış politikayı değil iç politikayı da etkilemiştir. Rusya’ya karşı batıya sığınan Osmanlı’ya özellikle gayrimüslüm opolitikaları nedeniyle kendisini değiştirmesi istenmiştir.
1840’lardan bu yana batının istediği ve içten de destek gören talepler var: “batılılaşma”. O dönem Fas, İran ve Osmanlı dışında tüm İslam dünyası sömürgeleştirilmiş. Modernleşme çabaları 2 yönlü: 1- Batıdan baskı var, 2-İçerde ulema bu çabaları destekliyor: -zamanın icabına uymak lazım, -Osmanlı İslam’ın son devletidir, devam ettirilmesi için gereken politika ve önlemler uygulanmalıdır.
2- Fransız ihtilali ve milliyetçilik akımlarının etkisi önce Balkanlar’da gayrimüslimlerde başlıyor ve artık Türk olmayan Müslüman kavimlerde de etkisini gösteriyor: Arnavutluk gibi. Osmanlı’da gayrimüslüm oranı 19.yüzyıl başında %40. Artık yeni bir dünya ve milliyetçilik rüzgarları var. Bu ortamda devleti yönetenlerin 2 sorunu var: 1-Rusya Baskısı, 2-Bağımsızlık isteyen tebaayı nasıl imparatorluğa bağlı kılarız. Bu iki sorun birbirleriyle ilişkili çünkü bağımsızlık taleplerinin başladığı Balkanlar da Rusya gibi Slav ve Ortodoks, yani aynı resmin parçaları durumundalar (aynı din ve millet).
Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük düşünce akımları devletin devamı için çözüm önerileri arayan siyasi akımlardır. Yeni dünya düzenine uyum sağlamak konusunda tereddüt yok, Osmanlıcısı, Türkçüsü, İslamcısı bu konuda mutabık. Tartışma siyasi kontratın sınırları ve yönetim şekli ile ilgili. Hepsi medeniyet, kanun, terakki, meşveret, hürriyet gibi kavramları kullanıyorlar. Tüm fikir akımları burada mutabık, yönetim biçiminde ayrışıyorlar.
1-OSMANLICILIK: (İttihad-i Osmani - Osmanlı Birliği) Milliyetçilik çağında bir üst kimlik yaratma çabasıdır. 1839 Tanzimat ile formüle edilmiştir. Üst Kimlik yaratılırsa tüm tebaa aynı kimlik altında toplanır, kanunen eşit olurlarsa, tek fark dini ibadetler konusunda olursa (unutulmamalı ki bugünkü anlamda vatandaşlık kavramı yok o dönemde) tebaa imparatorluğa bağlı kalır. Üst Kimlik yaratmak, insanlara can, mal, askerlik emniyeti vermek, kanun devleti yaratmak amacındadır.
1856 Kırım Savaşı sonrası bu siyasetin aksayan yönleri gözden geçirildi ve yeni formül gündeme geldi. Islahat Fermanı ile formüle edilmiştir. Sosyal ve ekonomik olarak da tebaa kalkındırılmalı ki tebaanın devletten şikayeti kalmasın. Müslüman ve hristiyanlar aynı okullarda okurlarsa kaynaşma olur. Bir hristiyan ile bir müslüman kanun önünde de askerlikte de eşittir noktasına gelinmiştir (askerlik konusu fiilen uygulamaya geçmiyor).
Gazete, dergi...vb. ile yeni bir kamu alanı ve siyasi-fikri muhalefet oluşuyor, 1865 yılı ikinci yarısı sonrası yeni bir anlayış daha gelişiyor. Osmanlıcılık hakim siyasi proje, 1856 Islahat Fermanı’nın yetmediği anlaşılıyor ve üst aşamaya geçiliyor: Tebaaya siyasi haklarının da yani seçme ve seçilme hakkının da verilmesi. Bu konuda ulemedan destek alınıyor (Ulema da islam’a en uygun rejimin anayasal-parlementer rejim olduğuna inanıyor). Çeşitli gruplar var:
-Ultra muhafazakarlar: Anti Tanzimatçılar, Gayrimüslimlere bu kadar hakkın verilmemesi gerektiğine inanıyorlar.
-1839-1856 çizgisi: kanun devleti, eşitlik, karma eğitim.
-Yeni Osmanlıcılar: siyasi haklar da verilmeli, meşrutiyet ilan edilip herkes parlemontada temsil edilmeli.
Anti Tanzimatçılar yeni Osmanlıcılara karşılar çünkü meşrutiyet ve parlamenter rejimin eğitim seviyesi yüksek ülkelerde olacağını, aksi halde kargaşaya yol açacağını savunuyorlar. Buna karşı ise Balkan köylüsü bu işi yapabiliyorsa Osmanlı da bu işi yapar deniyor (Bu çatışma son 100 yıllık Türkiye siyasetine damgasını vurmuştur. 1870 tartışması 1960’da da tartışıldı: millet iradesi tartışması, demokrasi bize uygun mu? Eğitim seviyesi, siyasi olgunluk ve hatta üniversite mezununun oyu 2 oy sayılsın, aynı tartışma süregelmiştir).
1875-1878 dönemi buhran dönemidir. 2 grup kıyasıya mücadeleye girişir. Sultan Abdülaziz’in devrilmesine kadar gider ve meşrutiyet Abdülhamid’in döneminde ilan edilir. 1877-1878 Rus Savaşı yenilgisiyle parlamento lağvediliyor. Abdülhamid dönemi başlar; meşrutiyetin zararlı olduğunu ve mutlakiyetle yönetilmesi gerektiğine inanmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi dünyaya entegre olma (batılılaşma) fikrinde problem yok, sorun siyasi rejimle ilgili.
2-İSLAMCILIK: 1880 itibariyle yeni bir siyaset var: İttihadı İslam (İslam birliği) siyaseti. Bu ise Osmanlıcılığın iflas ettiği noktada öne sürülen yeni bir formül. Çünkü Osmanlı toprak ve hristiyan nüfus kaybetmiş durumda. Gayrimüslim nüfusun genel nüfus içindeki payı %20’ye inmiş (daha önceleri bu oran %40 idi). Balkanlar’dan Anadolu’ya Müslümanlar göç etmiş, 1920’lere kadar (Kafkas ve Rumeli’nden) 5milyon kişi gelmiş. Bu durum: 1-Anadolu’nun nüfus yapısını dönüştürmüş. 2-Abdülhamid, gayrimüslimleri imparatorlukta tutmanın imkansız olduğunu düşünmeye başladı. Zamanında tüm yatırımlar Balkanlar’a yapılmış, ama o tpraklar kaybedilmiş. Abdülhamid İslamcılığı geliştirmiş, farklı kimliklerdeki Müslümanları aynı kimlik altında birleştirmeyi, tabiri caizse bir Müslüman millet yaratmaya çalışmıştır. Altyapı (demiryolu vs.), eğitim, kimlik boyutu var.
Tüm Ortadoğu için bunun bazı sonuçları var: imparatorluğun her yerinde askeri ve sivil okullar var. Devlet elit yetiştirmeye başlamış durumda. 1920’lerde ulus devletler kurulurken bu öğrenciler kendi ülkelerinin elitlerini oluşturdular. Bu elitler İstanbul’da harbiyeyi mülkiyeyi bitirip, devlet makamlarında çalışıp, daha sonra (1920-1960 yılları arasında) ülkelerine dönüp ülkelerini kuran ve yönetiminde yer aldıkları görülür.
1908 Meşrutiyeti: 1876 meşrutiyetine benzer. Formül yine aynıdır: Gayrimüslimlerin neden olduğu iç isyan (Makedonya isyanı var), bu isyanın bastırılması ve başlayan dış baskı (Rusya ve peşinden Avrupa). Sonrasında “devlet elden gidiyor mu?” sorusu soruluyor. Yani bastırılamayan iç isyan, peşinden durdurulamayan dış baskı, peşinden devlet elden gidiyor mu sorusu ve sihirli cevap: Meşrutiyet. Bu sayede iç isyan ve dış baskı bitecek. Fakat baştaki padişah bu işe razı değil. İsyan bölgesindeki kurmay subaylar zorluyorlar ve ihtilal benzeri hareketle Meşrutiyet ilan ediliyor.
Jöntürklük Genel olarak Abdülhamid dönemine muhalefet eden tüm fikir akımlarıdır (Mehmet Akif’den Ziya Gökalp’e...).
İttihatçılık İttihat ve Terakki partisine üye olan gruptur. İttihatçılar da Jöntürk’tür, ama her Jöntürk İttihatçı değildir.
Jöntürk demek Türk modern siyasi hayatının kaderini çizen adamlardır. İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık (garpçılık).
2.Meşrutiyet dönemi İslamcılarla Türk milliyetçilerinin diyalog halinde oldukları, aralarında köprü bulunan bir dönemdir. Cumhuriyete kadar bu işbirliği devam etmiştir. Bu 2 grup garpçılarla anlaşamaz (Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet garpçı isimlerden). Garpçılar batıyı medeniyet dönüşümü olarak görürler. İslamcılarla Türk milliyetçileri batının teknolojisini alıp kültürünün alınmaması gerektiğini savunurken, garpçılar bunu pek mümkün görmez, batının kültürüyle birlikte alınması gerektiğini inanırlar. Garpçılar kurtuluş savaşı döneminde Ankara hükümetiyle değil İşgalcilerle işbirliği yaptıklarından da kaybettiler. Siyaseten de doğru yerde olamadıklarında itibar görmediler. Ana akım İslamcılık ve Türkçülük. Devletin resmi ideolojisi ise Osmanlıcılık. 1913’de büyük kırılma olur; Balkan harbi bitmiştir, Sınırlar bugünkü Meriç nehrinden çizilmiştir. Geriye Anadolu ve Arap coğrafyası kalmıştır.
İmparatorluk’da Müslümanlar arasında da milliyetçilik başlamış, mesela Arnavutluk ayrılmıştır. Buna karşılık milliyetçiliğin son İslam devletine zarar verdiği isyanı başlamıştır (Kendisi de Arnavut olan Mehmet Akif’in şiirlerinde bu görülür).
Hristiyanlar nüfus olarak çok azalmış durumdalar ve ortada milliyetçilik kıvılcımlarının görüldüğü 2 büyük grup var: Türkler ve Araplar. Türk-Arap federasyonu bile konuşuluyor. İttihad ve Terakki resmen Osmanlıcılık siyasetine geri dönüyor. Burada İslamıcılarla Türkçülerin işbirliği yaptığını görüyoruz. Diğer kırılma noktası ise Arap isyanı ve sonrasıdır, 1.Dünya Savaşı ile Arapların Osmanlı’dan kopmasıdır.
Bu coğrafyada önce devlet kurulmuş sonra millet oluşmuştur (dünyada bunun tersi bir süreç işlemiştir, yani önce millet oluşmuş sonra devlet kurulmuştur). Abdülhamid’in Müslüman millet yaratma projesi sonraki ulus devletlerin kurulmasını kolaylaştırmıştır (elitlerin oluşması).
Mehmet Akif’in 1913 (İslamcı) ve 1920 (Türkçü) yıllarında yazdığı şiirleri birbirinden farklıdır. Ziya Gökalp’de de 1913’lerde İslamcılık, 1920’lerde ise Türkçülük görülür ki Türkçülüğün Esasları’nı yazmıştır.
3-TÜRKÇÜLÜK: Türk Milliyetçiliği yeknesak mı?
Farklı damarları var: 1-Osmanlı coğrafyasında doğup büyüyüp Türk milliyetçiliğine gönül verenlerle Rusya coğrafyasında doğup büyüyüp Türk milliyetçiliğine gönül verenler farklı. Rusya’dan gelenlerin kafaları daha net ve açık (Yusuf Akçura da bunlardan biri). Mehmet Akif gibilerin Türkçü muhataplarına yönelttiği en açık eleştiri hakim unsuru milliyetçilik yaparsak Arnavut ve Çerkezler de yapar, bu da devleti yıkar.
2-Cumhuriyet Türkiye’sini de etkileyen Kültürel milliyetçilik mi Etnik milliyetçilik mi? Kültürel milliyetçilik ortak kültür ve ortak coğrafyaya vurgu yaparken, Etnik milliyetçilik ise ırk olarak Türkleri kapsar. 1910’larda Yahya Kemal Beyatlı’nın öncülüğünü yaptığı fikir: Türk milleti son 1000 yılda ortaya çıktı. Türk milleti 1071 sonrası Anadolu coğrafyasında harmanlandı. Irki temizlik aramaz, farklı etnik grupların aynı kültür coğrafyasında harmanlanmasından bahseder. Diğeri ise ırki olarak ayırır.
3- Türkçülük ve Turancılık: Türkçüler Anadolu coğrafyası ve Oğuz boylarını (en fazla Azeri Türkleri ve Türkmenleri) işe katarlar, Turancılar ise tüm boyları ve soylarıyla herkesi dahil ederler.
Özellikle 1.Dünya Savaşı sonrası 1917 Bolşevik ihtilalinde Rusya çökünce Rus Ordusu da çökmüştür, Osmanlı Ordusu önünde muazzam coğrafya açılır. Enver Paşa Bakü’yü işgal eder. Almanlar Rusya’ya girip Sovyetler Stalingrad savunmasına kadar geri çekilince tüm Türklerin birleitirileceğine dair umutlar yeşerir.
4- İslamın yeri: Dine önem veren,dinin milleti oluşturan bir unsur olduğunu savunanlarla dinin bu unsurlar arasında olmadığını savunanlar olarak ayrılırlar.
Yahya Kemal-kültür milliyetçisi, Yusuf Akçura - Irk milliyetçisi, Ziya Gökalp- kültür milliyetçisi: İster etnik ister kültür milliyetçisi olsunlar dinin etkisini kabul ederler. 1927-1928’den itibaren belirginleşen Kemalist milliyetçilik ise ilginç bir şekilde tüm bu kişileri aforoz eder. Baktığımızda Ziya Gökalp’e türk milliyetçiliğinin fikir babası olduğu fikri sorunludur, Atatürk döneminde hiçbir kitabı basılmamıştır. Bu dönemde İslamcılar tamamen tasfiye edildiler. İtibar görmesi gereken Türkçüler de itibar görmüyorlar, çünkü din etkisine inanıyorlar. Ama Kemalist milliyetçiler bunu gerici milliyetçilik olarak görüp, pozitivist milliyetçiliği kuruyorlar. Kemalizm aslında din yerine milliyetçiliği ikame eder. Atatürk konjonktüre ve yere göre söylemini değiştirmiştir: 1917-1927-1937 yılları söylemlerine bakıldığında bu görülür.1930 yılında el yazısı ile aldığı notlarda açık bir şekilde dinin Türk milletine zarar verdiğini ifade eder. Aynı tavır İnönü döneminde de sürmüştür.
2.Dünya savaşının bitmesiyle siyasi ve düşünsel liberalleşme var. Türkçüler ve İslamcılar fikir hayatına tekrar geri dönüyor. Ortak düşmanları ise Kominist Rusya (bu durum fikirsel zenginliği baltalıyor, sığlaştırıyor). İman kurtarma, milleti kurtarma davası gibi milliyetçi muhafazakar çizgi gelişiyor. Kemalist tahribatı gidermek için bir yandan temel bilgiler verilirken (Ziya Gökalp, Mehmet Akif) bir yandan da kominizm ile mücadele var (Gençlik kominist olmasın çabası). 1940’larda Türkçülerle İslamcılar ayrışıyor ve bu süreç halen devam etmektedir. Anadolu’da Türk-Rusya Türkü ve Türkçülük-Turancılık ortadan kalkıyor. Ama dinin rolüne ilişkin tartışmalar sürüyor; 1969’da MHP’de ilk kırılma yaşanır: Türkeş tercihini kültürel milliyetçilikten yana kullanıyor ve A.Adsız gibi ırk milliyetçilerini tasfiye ediyor (Hira dağı kadar müslüman, Tanrı dağı kadar Türk sloganı böyle oluşuyor).
*Türkiye’de hakim anlayış kültürel milliyetçiliktir. Türkiye’de elit ve aydınlar bunu benimsemiştir. Irk milliyetçileri (pozitivist milliyetçiler) azınlıkta kalmışladır.
*Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset adlı denemesi
* Türkiye’de İslamcılık antolojisi (3 cilt).
*Fransua JORJON: Yusuf Akçura tezi’nden alıntı. 1917’de Yusuf Akçura şöyle demiş: “Sadece köylülerden ve sadece devlet memurlarından oluşan bir ülkede demokrasi gelişemez.”. 1950 sonrası yaşanan sosyo-iktisadi gelişimle demokrasi gelişmiştir. Sivil toplum güçlendikçe demokrasi oturmaktadır.
*1805-Sırp ve Yunan ayaklanması
1860-1870- Bulgar ayaklanması
1880-1890-Ermeni milliyetçiliği
Müslüman unsurlarda ilk olarak Arnavutluk etkilendi. 1870-1880’lerde asıl ivme 2.Meşrutiyet sonrası başlar. Arap milliyetçiliği İstanbul’da harbiyeyi mülkiye’de başlar. Ermeni ve Kürt milliyetçileri geç gelişen bir milliyetçiliktir. İkisi de imparatorluğun dağılma zamanına denk gelmiştir. Türk ve Kürt elitleri Ermenileri tasfiye etmiş, Lozon sonrası ise Kürt milliyetçileri biz de varız dediğinde Türk milliyetçileri tarafından tasfiyeye başlanmıştır.
Elif YILDIZ